İçinde bulunduğumuz yüzyıl gerek yaşadığımız doğal afetler, global savaşlar ve ekonomik buhranlara şimdi bir de salgın hastalık riskleri eklendi. Bu süreç öncelikle toplumların yanında ülkelerin ve global sektörlerin olası krizlere ne derece hazır olduğunu veya olabileceğini bizlere gösterdi.
27 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan şehrinde 49 yaşında bir balık satıcısının sahip olduğu yüksek ateş ve öksürük bulguları ile hayatımıza giren Koronavirüs 2020 yılı başı itibari ile global, çok hızlı bulaşan ve ciddi bir hızla ölümlere yol açan bir salgın hastalık olarak küresel anlamda hayatımızı etkiledi.
11 Mart 2020 tarihi ise ülkemiz açısından ilk vakanın pozitif olarak tanımlandığı, resmen vakanın görüldüğü bir tarih olarak hafızalara kazındı. Peki bu tarihten sonra ne oldu? Önce okullar tatil edildi, yurtdışı kara sınırları kapatıldı ve akabinde tüm havalimanlarında yurtdışı ve yurtiçi uçuşlar durduruldu. İnsanların evde kalmaları tavsiye edildi ve sosyal ortamlar belirli sürelerle faaliyetlerine son verdi.
Tüm bu alınan tedbirler ve tavsiyeler ile global önlem ve kısıtlamalar birçok sektörü durma noktasına getirdiği gibi hayvancılık sektörüne de ağır bir darbe vurdu. Peki süreçten nasıl etkilendik?
İlk olarak sürdürülebilir protein kaynaklarının başında yer alan hayvansal gıdalar temel besin maddesi niteliğinde olup kesinlikle durdurulamayacak bir sektör olup insanların evden çıkmamaları halinde bile ihtiyaçlarının karşılanmasında temel önceliklerdendir. Yine sektörün temel ihtiyacı olan hayvan beslenmesi bağlı bulunduğu ham madde tedarik kanalları, lojistik operasyonlar, sürdürülebilir enerji ve iş gücü kaynaklarının kesintiye uğramaması söz konusu sektörün başlıca ihtiyacıdır. Alınan tedbirler neticesinde daralan ekonomi ve geçmiş dönemlerde alınan hatalı stratejik kararlar sonucu tarımsal ürünlerde ithalata bağımlı kalan bir ülke konumundaki Türkiye global tedbirler ile kapanan limanlar, yükselen döviz kurları karşısında çok zor duruma düşmüş, eldeki stoklar ile geçiş döneminde faaliyetine devam etmeye çalışırken yine alınan tedbirlerden biri olan şehirlerarası seyahat kısıtlaması ile yavaşlayan lojistik operasyonlar ile mücadele etmeye başlamıştır. Bir ülkenin ekonomisindeki gelişmişliğin en temel parametrelerinden olan sektörel ihracat ve ithalat arasındaki makasın açıklığı ülkelerin en temel unsurlarda dışa bağımlılığının da bir göstergesidir. Örneğin sektörün temel girdilerinden olan soya fasulyesinde ithalat oranımız %95,2 iken ülkemizde yetiştirilmesinde iklimsel olarak hiçbir sıkıntı bulunmayan yine temel ham maddelerden mısırda %26 gibi ciddi bir oran karşımıza çıkıyor. Hayvansal ve tarımsal ürün başlığında 2019 yılında sektörel ihracat 273 milyon dolarda kalırken ithalatımız 465 milyon dolara tırmandı. Burada global bir salgın karşısında mücadele eden ülkeler ve alınan izolasyon tedbirleri karşısında ayakta durmaya devam etmek zorunda olan bir sektörün böylesine etkili bir pandemi karşısında nasıl bir teknolojik tedbir almalı ve alternatif yönetim planları üzerine önerilerimizden bahsedelim.
UZAKTAN YÖNETİM MÜMKÜN MÜ?
Hastalıklar karşısında en zayıf halkamız maalesef insan olarak vücudumuz. Yine böyle bir pandemi sürecinde işletmelerimizi yönetebildiğimiz kadar güçlüyüz. Kriz hallerinde ve olası sokağa çıkma yasağı, olağanüstü hal durumlarında işletmelerin uzaktan yönetilebilmesi, izlenebilmesinin önemi çok daha fazla anlaşılır oldu. Peki nedir bu uzaktan izleme?
Gelişen otomasyon sistemleri ve SCADA yazılımları sayesinde işletmelerde yaşanan her türlü operasyonel faaliyeti anlık şekilde izlemek mümkün. Silolardaki ham madde stoklarını takip etmek, üretim iş emrine göre kritik stok miktarlarına karar vermek ve geniş bir planlama aralığında lojistik operasyon yürütme imkânı verecektir. Yine işletme darboğazlarını rahatlıkla görüp bakım ekibini daha hızlı yönlendirme ve uzun duruşların önüne geçmek mümkün. Günümüz teknoloji çağında tam kadro işletmede olmanın, sosyal mesafeyi hiçe sayarak çalışmanın önüne geçmek mümkün. Bununla beraber bayiler ve/veya büyük çiftlikler ile entegre olan online stok takibi ile tüketicinin elinde kalan miktarı anlık takip etmek, stoklar sıfırlanmadan işletmeye iş emri açılması ve yine uzun soluklu lojistik planlaması ile ürünlerin tam zamanlı kullanıcıya ulaştırılması mümkün olmaktadır.
YEM ÜRETİMİNDE SOSYAL MESAFE NASIL KORUNUR?
Sektör itibari ile kesif yemlerin hazırlandığı işletmeler ekipman yoğunlukta olan ve sadece operasyonun belirli aşamalarında eleman ihtiyacın öne çıktığı tesislerdir. Personel ihtiyacının başlıca noktaları ham madde kabul, mamul sevkiyat ve üretim operasyondur. Üretim kısmında personel tek başına çalıştıkları için sosyal mesafenin ihlali düşük risk oluşturur. ham madde kabul ve sevk personeli gerek birbirleri ile yakın temasta, gerekse lojistikpersoneli ile çok daha yakın temasa açıktırlar.
Ham maddelerin tesislere intikal edilmesinde ülkemiz için %98 gibi ciddi bir düzeyde karayolu kullanılırken Avrupa ve Amerika kıtasında bu rakam çok daha düşük seviyelerdedir. Alternatif olarak demiryolu ağı üzerinde kurulan planlı işletmeler limanlardan ve diğer endüstriyel depolama tesislerinden karayolu kullanılmadan ham madde ihtiyaçlarını karşılayabilmektedir. Maalesef ülkemizde organize sanayi bölgelerinin ulaşım ağı olarak algılarının sadece karayolu olmasından dolayı demiryolu ağı gibi ekonomik ve böylesi pandemi durumlarından etkilenmeyecek bir ulaşım yönteminden mahrum bırakılmaktadırlar. Ayrıca mamül yem transferi ve ihracatı için de yine karayolu ulaşımı ülkemizde tek geçerli ulaşım aracı olmaktadır.
NE KADAR YEM DEPOLAMALIYIM?
İnsanlarımızda kısıtlama kelimesinin karşılığı olarak oluşan algı maalesef ihtiyaç duyulan hiçbir temel öğeye kesinlikle ulaşılamama olarak algılanmaktadır. Ancak kısıtlama sadece sosyal mesafe ve bulaşının önüne geçmek amacıyla insan hareketlerinin en aza indirilmesini amaçlayan, temel besin maddeleri üreten ve dağıtan iş kollarının faaliyetine devam ettiği sınırlı bir zaman dilimini ifade etmektedir. Algı olarak böyle zamanlarda kısıtlı zaman dilimi içerisinde ihtiyacın çok üzerinde temel madde stoklaması gereksiz bir davranış olmakla birlikte süreç hakkında net bir açıklamanın yapılmaması maalesef çiftçimizi de belirsizliğe sürüklemektedir. Burada yazımın başlarında da belirttiğim gibi tüketici stoklarının online olarak takip edilmesi gibi tedbirlerin yanında gerek yükleme, gerek ise lojistik faaliyetlerin rahatlatılması amacıyla yem maliyetinin işçilik ile birlikte %1,5 gibi kısmını oluşturan ambalaj giderlerinden kurtulmamız gerekmektedir. Yasal mevzuatlar tüketiciye almış olduğu ürünün içeriğinin yazılı şekilde sunulmasını zorunlu kılmaktadır. Üretilen kesif yemin çuvallanmış şekilde bayi ve/veya son kullanıcıya sevki için ilave olarak 4 personeli ve ambalaj giderini önümüze çıkartırken aynı yemin çiftliklere yani son kullanıcıya dökme şekilde taşınması bu maliyetlerden bertaraf edilmesi sonucunu göstermektedir. Günümüzde bu yöntemi kullanan kanatlı besicilik sektörü kümeslerin yem stoklarını takip ederek aynı araçta yeni teknoloji ile birden fazla ürün çeşitliliği taşımasını rahatlıkla yapabilmektedir.
Yemmak olarak 15 yıl gibi uzun zamandır dökme yem araçlarından boşaltım sistemi olarak pnömatik blower sistemini uygulamayı prensip haline getirdiğimiz bu yöntem ile araca yüklenen peletlenmiş yemlerin kırılmadan ve zarar görmeden tüketiciye ulaşması sağlanmaktadır. Ayrıca bu araçlar kullandıkları hava ile taşıma teknolojisi sayesinde çiftliklere girmeden basit boru hatları ile ürün nakli gerçekleşmektedir. Ayrıca hava ile taşıma gerçekleştiği için hızlı ve uzak mesafelere de bu ürünler taşınabilmektedir. Günümüz teknolojisinde aynı araç üzerinden 5 farklı çeşide kadar mamul taşınması mümkün olup bunların tam anlamı ile izolasyonu sağlanmış şekilde hijyen kurallarına uygun olarak nakli sağlanmaktadır.
SONUÇ
İçinde bulunduğumuz yüzyıl gerek yaşadığımız doğal afetler, global savaşlar ve ekonomik buhranlara şimdi bir de salgın hastalık riskleri eklendi. Bu süreç öncelikle toplumların yanında ülkelerin ve global sektörlerin olası krizlere ne derece hazır olduğunu veya olabileceğini bizlere gösterdi. Dünya birbirine bağımlı yaşamaya bu derece alışmışken sınırların kapatılması karşımıza yeni bir algı çıkarttı. Acaba kendi kendimize yetebilir durumda mıyız? Her endüstriyel bitkinin her iklimde yetişmesinin mümkün olmadığını biliyoruz, ama yetebildiğimiz ürünler için ithalatın yapılmadan kendi yerel imkânlarımız ile temel sektörleri ayakta tutmak başlıca amacımız olmalı. Vergi avantajları ile üreticileri döviz kurları karşısında savunmasız bırakılmamalı. İşletmeler ise tüm bu tedbirlerin yanında kendi operasyonlarının güvenliği ve sürdürülebilirliği için teknolojinin desteğine ihtiyaçları var. Özellikle uzaktan izlenebilirlik, detaylı raporlama konusunda altyapı hazırlıkları her tesisin sahip olması gereken bir özellik olmalı.
Makaleye ulaşmak için;
Kurumsal e-bültenimiz Yem’max ile son gelişmelerden haberdar olun! Hayata geçirdiğimiz güncel projelerden, sektör trendlerine; şirket içi haberlerden ileri teknoloji makinelerimizin bilgilerine kadar bütün haberler siz de bir adımla ulaşabilirsiniz.
Abone Ol